Bu Şehr-i Sitanbul…

Abbas Djavadi –  26.12.2011. Bunlar, neredeyse 10 yıl önceye ait İstanbul ve Ankara hatıralarıdır. Bu 10 yılda hele Türkiye’de çok şey değişmiştir. Ama zannedersem o zaman gördüklerimi kaydetmek ilginç olabilir.

22-31 Nisan 2002

Önce: Bu Şehr-i Sitanbul…

Boğaz ve Marmara sanki her gece şehrin bütün kirlerini, dertlerini ve tansyonunu yutup temizliyor ve ona ertesi sabah ferahlık duygusuyla herşeyi yeniden başlama umudu veriyor.

**********

Ah Kuzguncuk’un şurasında, şu mütevazi evin balkonunda kim, nasıl kahvaltı yapıyor bizler Avrupa’da sabah kalkıp metroyla, tramvayla işimize gittiğimiz zaman…

**********

Hacı Abdullah, Ali Baba, Asude Restoran, Hanedan Kebap Evi, yahut da herhangi küçük. temiz ve kendi halinde bir esnaf lokantası…  Alman, Çek, Amerikan yemeklerinden sonra İstanbul bir yemek cenneti – eğer nereye gittiğini bilsen tabii.

Murat Belge’nin Tarih Boyunca Yemek Kültürü zorlanmadan bilgi edinmek ve de keyif almak için bire-bir kitap. Süt içer gibi rahat okunan, yararlı kaynak. Sadece Türk mutfağını da tartışmıyor. Göz gezdirdikten sonra patlıcan kızartmayı, imam bayıldıyı, ayva tatlısını daha bir bilinçle, daha bir zevk alarak yiyorsun.

**********

En iyisi Türk gazetelerinin hiçbirini okumayacaksın. Ödediğin paraya, ayırdığın zamana yazık. Zaten pek de zaman istemez bir Türk gazetesini okumak. TV kanalları ve gazeteleriyle Türk medyası oldukça tekelleşmiş ve bulvarlaşmış. Hepsi de sanki kendilerini bir ideoloji, özellikle de milliyetçilik yarışına kaptırmış gidiyorlar.

**********

İslamabad’dan bakınca İstanbul oldukça batılılaşmış, Prag’dan bakınca çok oryantal. Belki de o kadar güzel olmasının bir sebebi de işte budur. Tarihi ve yerleştiği coğrafya da kente bambaşka bir müstesna özellik veriyor.

**********

16 milyon TL (yani 13 dollar’a) Ortaköy’de, Boğaz kenarında orta dereceli bir restoranda çipura, salata, su, çay ve tatlı.

**********

Washington, Paris, Münih, Prag. İstanbul, İslamabad, Kabil, Duşanbe… Aslında ses ve gürültü de her halde hem kültür ve alışkanlık, hem de bir parça sosyal organizasyon işidir. Neden insanların bazısı hep yüksek sesle konuşur? Neden her dükkan sahibi kaset çalar da sesini 50 metreden duyulacak kadar açar? Neden arabaların korna sesı kesilmez? Belki güney yarım-küre halklarının ‹kanında var› bu coşku ve fışkıran duygu. Ama toplumda kanunsuzluk, kaptı-kaçtı prensibi. çekişme, zorbalık, toleranssızlık, sosyal ve ailevi zorluklardan doğan sinirlilik başka toplumlara göre fazla olursa, trafik kuralları çiğnenirse, güçlü olan sesini yükseltip de başkalarının sesini bastırırsa gürültü artmaz mı?

**********

Kalite, iş, zaman, fiyatlar, servis, kanunlar, hak ve görevler, vergi, ceza… Herşey sanki yarım-ciddi gibi burada.

**********

Tanıdık yerde yabancılık çekmek yabancı yerde tanıdık aramaktan daha iyi.

**********

Sokaktaki tansyon, gürültü ve memnuniyetsizlik yoruyor insanı.

**********

‹Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak?›

**********

Güzelliği dışında, İstanbul’a bakıp da geçmişini, önce Bizans’ın, sonra da 500 yıllık bir imparatorluğun merkezi oluşunu ve bunun bütün Türklerin bilincine ve bilinç-altına ne kadar işlediğini hatırlamamak imkansız.

**********

Ankara’ya gitmeden önce hotelin terasında yeşile ve Boğaz’a karşı bir dinlenme molası.Ne kadar iyi ki, dünyada böyle bir şehir de var.

**********

Maçka-Havalimanı taksiyle 18 milyon TL, yani takriben 13 dollar. Şoför efendi, nazik – ve dert yanıyor.

(Birkaç gün sonra: Ankara)



دسته‌ها:تورکی Türkçe, سیاحتنامه ها و خاطرات